|   | 
																				
																					 Abanın kadri yağmurda bilinir. 
Her şeyin bir değeri vardır. Bir şeyin gerçek değeri (kadri) ise, ona gerçekten  ihtiyaç duyulduğu zaman ortaya çıkar. 
 
Abdala “kar yağıyor” demişler, “titremeye hazırım” demiş. 
Yoksulluk ve sıkıntı içinde yaşayıp eziyet çekmekte olan kimseler,  karşılaşacakları zor şartlardan endişe duymazlar. Çünkü onlar bu şekilde  yaşamaya alışıktırlar. 
 
Abdal ata binince bey oldum sanır, şalgam aşa girince yağ oldum sanır.  
Kimi görgüsüz ve eğitimsiz kimseler bir rastlantı sonucu lâyık olmadıkları  önemli bir işin başına geçseler ya da bir mevki elde etseler, aptalca  davranmaya, o yerin adamı gibi görünmeye ve böbürlenmeye başlarlar. Dahası,  bunun kendi hakları olduğunu da ileri sürerler. 
 
Abdal düğünden, çocuk oyundan usanmaz. 
Kimi insanlar yaptıkları işten zevk duyarlar ve onu bırakmak istemezler; bu işi  sürekli olarak, tekrar tekrar yapmaktan da hiç bıkkınlık duymazlar. 
 
Abdalın dostluğu köy görünceye kadar. 
Çıkarı için yakınlık gösterip dostluk kuran kimse, beklediği yararı elde  ettikten, işini yürütecek başka yollar bulduktan sonra sizinle olan ilişkisini  keser. 
 
Abdal (derviş) tekkede, hacı Mekke`de bulunur. 
Hemen herkesin ilgi duyduğu bir alanı, kendine özgü bir işi vardır. İlgi duyduğu  alan ya da iş neredeyse kişi de orada bulunur. 
 
Acele bir ağaçtır, meyvesi pişmanlık. 
Telâşla, sabırsızca ve ivedilikle yapılan işler genellikle kötü sonuçlar  doğurur; kişiyi pişmanlığın içine iter. 
 
Acele ile menzil alınmaz. 
Telâşlanıp ivmekle, sabırsız davranmakla daha çabuk sonuç alacağımız, başarı  kazanacağımız sanılmamalıdır. Bilinmelidir ki her işin bir süresi vardır. 
 
Acele işe şeytan karışır. 
Düşünüp taşınmadan, çabuk davranılarak yapılan işten iyi sonuç beklenmemelidir;  o iş ya yanlış ya da bozuk olur. 
 
Acemi katır kapı önünde yük indirir. 
Bir işin yabancısı olan, bir işe alışmamış, beceriksiz ya da anlayışsız kişi,  kendisinden beklenen işi eksik yapar ve istenildiği gibi yerine getiremez; daha  başlangıç anında veya en önemli yerinde işi bırakıverir. 
 
Acıkan doymam (sanır), susayan kanmam sanır. 
Uzun süre bir şeyin yokluğunu çekip ona ihtiyaç duyan kimse, o şeyden ne kadar  çok elde ederse etsin tatmin olmaz; kendisine yetmeyeceği duygusu içinde  bulunur. 
 
Acıkmış kudurmuştan beterdir. 
Bir şeyden uzun süre yoksun kalan kimse, onu gördüğü anda ele geçirmek ister;  kendinden geçercesine ona saldırır, sanki kudurmuş gibidir, gözü hiçbir şeyi  görmez, tek düşündüğü uzun süre yokluğunu çektiği o nesnedir. 
 
Acındırırsan arsız olur, acıktırırsan hırsız olur. 
Bir kimsenin acınmasına yol açar, başkalarını ona merhamete getirirseniz, o  kimse yerli yersiz yardım dilemeye başlar ve gittikçe arsızlaşır; bunun yanında  kimilerinin hakkını kısar, emeklerinin karşılığını vermez ve onları aç-yoksul  bırakırsanız, onlar da hırsızlık yapmaya başlarlar. 
 
Acı patlıcanı kırağı çalmaz. 
Kötü durumda olan bir kimseyi, ortaya çıkacak yeni kötü durumlar etkilemez; pek  çok zorluğa katlanabilir; çünkü o, böylesi kötü durumlara alışmıştır. Ayrıca,  işe yaramayacak hâle gelmiş kimseler de, tutar bir yanları olmadığı için  felâketlerden çekinmezler. 
 
Acı (kötü) söz insanı (adamı) dininden (çıkarır), tatlı söz (dil) yılanı  deliğinden (ininden) çıkarır. 
Onur kırıcı, sert, kötü sözler insanı öfkelendirir; sabrını taşırır, çileden  çıkarır, hoş olmayan davranışlara sürükler. Bunun aksine yumuşak, tatlı, hoş  sözler de öfkeli, geçimsiz, saldırgan insanları yatıştırabilir; zarar  vermelerinin önüne geçip onları doğru yola sokabilir. 
 
Aç aman bilmez, çocuk zaman bilmez. 
Aç, yemek yeme ihtiyacı olan, yemesi gereken kimsedir. Bu insanın düşüncesi de  karnını doyurmaktır. Onun bu isteği kimi özürlerle giderilip geçiştirilemez,  böyle yapılmak istenirse kimi anlamsız ve aşırı davranışlara kaymasına neden  olunur. Çocuklar da bir şey istediler mi hemen onun yerine getirilmesini  isterler, beklemek nedir bilmezler. 
 
Aç (arık) at yol almaz, aç (arık) it av almaz. 
İş gördürülen kimselerden verim umuluyorsa onlar aç, yoksul ve zaruret içinde  bırakılmamalı, her yönden tatmin edilmelidirler. 
 
Aç ayı oynamaz. 
Kendisinden iş beklenilen kimseden emeğinin karşılığı esirgenmemelidir; insan ya  da hayvan olsun, çalışan mutlaka doyurulmalıdır. 
 
Aç bırakma hırsız edersin, çok söyleme arsız (yüzsüz) edersin. 
Yönetiminde bulunan, gözetiminde olan kimseleri maddî ve manevî yönden tatmin  etmelisin. İnsanları bu yönlerden sıkıntıya düşürür, emeklerinin karşılığını  vermez, kötü muameleye maruz bırakırsan yanlış yola saparlar; söz dinlemez  olurlar, arsızlaşırlar. 
 
Aç doymam, tok acıkmam sanır. 
Uzun süre yokluk içinde olan aç insan elde ettiğinden çoğunu ister, tatmin  olmaz, yetmeyeceği duygusunu taşır. Tok, yani varlıklı insan ise var olanla  yetinir gibidir, elindekilerin bir gün gelip tükeneceğini düşünmez, yeni kazanç  yollarına başvurmaz, dahası elindekileri bilinçsizce harcamaya devam eder. 
 
Aç elini kora sokar. 
Aç ve yoksul insan, zorunlu ihtiyaçlarını gidermek için canı pahasına bile olsa  her türlü tehlikeye atılmaktan çekinmez. 
Aç gözünü, açarlar gözünü. 
Uğraşılarında, giriştiğin işlerinde uyanık bulunup dikkatli olman gerekir; yoksa  umulmadık, beklenmedik bir anda büyük zararlarla karşı karşıya kalabilirsin. Bu  belâdan sonra aklın başına gelir ama iş işten geçmiş olur. 
 
Açık ağız aç kalmaz. 
Çalışan, didinen, ne istediğini bilen, bıkmadan usanmadan bunu dile getiren kişi  geçim yolunu bulur; muhtaç duruma düşmez, aç kalmaz. 
 
Açık yaraya tuz ekilmez. 
Acısı ve derdi taze olan bir kimsenin üzüntüsünü artıracak söz ve davranışlardan  kaçınmak gereklidir. 
 
Açık yerde tepecik kendini dağ sanır. 
Kıymetli, yetenekli kimselerin bulunmadığı veya az bulunduğu bir yerde, kendinde  az da olsa bir şey bulunan kimse böbürlenmeye, büyüklük taslamaya başlar. 
 
Açılan solar, ağlayan güler. 
Hayatta hemen her şey bir değişimin içindedir, olduğu gibi kalmayıp tersine  dönebilir, güzel çirkinleşebilir; mutsuz mutlu, yoksul da zengin olabilir.Msn  Öğretmen öss kpss Gazeteler Sohbet hazır mesajlar ders izle Belirli Gün ve  Haftalar Çanakkale savaşı şiir  
 
Açın gözü ekmek teknesindedir (olur). 
İnsanın tek amacı, öncelikle kendisi için gerekli, yaşaması için zorunlu olan,  yokluğunu çektiği şeyi elde etmektir. 
 
Açın karnı doyar, gözü doymaz. 
1. Bir şeyin uzun süren yokluğu açlık ve doyumsuzluk duygusuna iter insanı; bu  insan hiç doymamış, aç kalacakmış gibi davranır; gözü nesnelerde kalır, o  nesneleri kaybedecek sanısına kapılır. 2. İhtiraslı kişi elindekiyle yetinmez,  daha fazlasını ister. 
 
Aç kurt bile komşusunu dalamaz. 
Komşu hakkı çok yücedir. Komşuya hangi şartlarda olursa olsun, aç ya da zengin  iyi davranılmalıdır. Çünkü toplumun dirlik ve düzenliği bir yönüyle buna  bağlıdır. 
 
Açma sırrını dostuna, o da söyler dostuna. 
Sır özeldir ve gizli tutulmalıdır. Onun gerçekten duyulup yayılması  istenmiyorsa, dosta bile açılmamalıdır. Açılırsa o da ağzından kaçırabilir ya da  yakınına anlatabilir, bunu başkaları duyabilir, saklamaya çalıştığın şey sır  olmaktan çıkar, yayılır. 
 
Aç ne yemez, tok ne demez. 
Yoksul kişi ihtiyaç duyduğu şeyin en kötüsüne bile razı olur; iyisini, kötüsünü  arayacak durumda değildir. Oysa varlıklı kişi için durum farklıdır, o her zaman  daha iyisini ister, en güzel şeylerde bile bir kusur bulur, mırın kırın eder. 
 
Aç tavuk (düşünde) kendini buğday (arpa, darı) ambarında sanır (görür). 
Yoksulluk çeken, varlık yüzü görmeyen kişi sürekli ihtiyaç duyduğu şeylerin  hasretini çeker; kendisini onları elde etme hayaline kaptırır, olmayacak düşler  kurar. 
 
Açtırma kutuyu, söyletme kötüyü. 
Hoşuna gitmeyecek sözler söylenmesine, hakkında kötü şeylerin ortaya çıkmasına  yol açmak istemiyorsan karşındakini kızdırma. 
 
Aç tokun yüzüne bakmakla doymaz. 
İnsan ihtiyaç duyduğu, sürekli yokluğunu çektiği şeyleri varlıklı kimselerde  görmekle onlara sahip olmuş sayılmaz. Tatmin olabilmek için onları gerçekten  elde etmelidir. 
 
Adalet ile zulüm bir yerde barınmaz. 
Bu iki şey tamamen bir birinin karşıtıdır. Hak, hukuk ve doğruluğun bulunduğu  yerde zulüm olamaz, zalimler bulunamaz. Zulmün bulunduğu yerde ise hak yeme,  sömürü, eğrilik, azgınlık vardır ve orada da ne adalet ne de âdil vardır. 
 
Adam adama her daim muhtaç (gerek olur). 
Tek başına yaşamak oldukça zor olduğundan insanlar bir arada yaşarlar,  dayanışmaya gerek duyarlar. İhtiyaçlar bu sayede karşılıklı olarak giderilir. Bu  bakımdan hiçbir insanı küçümseyip yararsız saymamalı; olur ki bir gün, hiçlenen  o insanın yardımına gerek duyulabilir. 
 
Adam adama yük değil, can gövdeye mülk değil (Adam adama yük olmaz). 
Birileri gelip konuğumuz olabilir, evimizde kalabilir. Bu konuk tıpkı can  gibidir; can nasıl gövdeye geldiği gibi gidiyorsa, konuk da günün birinde  geldiği gibi gidecektir. Bu sebeple yanımıza gelen arkadaş, dost, yakın ve  konuklarımızdan yaka silkmemeliyiz. 
 
Adam adamdan korkmaz, utanır (hatır sayar). 
Bir kimse kendisine yapılan kabalık, kötülük karşısında sert tepki göstermiyor,  benzer bir şekilde karşılık vermiyorsa, bu korktuğundan değildir; hatır  saydığındandır, utandığındandır, duygularına egemen olduğundandır. 
 
Adam adam denmekle adam olmaz. 
Değerleri olmadığı hâlde değer verip saygı duyarak, bazı unvanlar vererek,  överek, pohpohlayarak bir kimseyi iyi yetişmiş, değerli bir kimse yapamayız.  Gerçek şahsiyet, olgunluk, insana yakışacak durum, tutum ve davranış insanın  kendinde bulunmalıdır. 
 
Adam adamdır, olmasa da pulu; eşek eşektir, olmasa da çulu. 
Bir kimsenin toplumdaki seçkin yeri ve önemi zengin ya da yoksul hâliyle  ölçülemez. Kimi insanlar son derece yoksuldurlar ama kendilerinde bir adamlık  vardır. Kimileri de zengindir ama insanlıktan nasiplerini almamışlardır.  Dolayısıyla yoksul olmak insanın değerini düşürmez, zengin olmak da değerini  artırmaz. 
 
Adam adamı bir kere (defa) aldatır. 
Bir kimse, huyunu suyunu bilmediği bir kişiye bir kez aldanır; bir daha  aldanmaz. Çünkü bir kez aldanmış ve ders almıştır. Artık kendini ona göre  ayarlar, karşı tarafın düzenbaz olduğunu bildiği için tedbir alır, düzenbaz ne  derse desin inanmaz ve tuzağına düşmez. 
 
Adama dayanma ölür, duvara (ağaca) dayanma yıkılır (kurur). 
İnsanlar hayatları boyunca birbirlerine destek verirler, yardımcı olurlar. Ne ki  her destek ve yardım sürekli olmaz. O hâlde insan, yapacağı işlerde başkalarının  yardımına ve desteğine değil, öncelikle kendi gücüne, bilgi ve becerisine  dayanmalı ve güvenmelidir. 
 
Adam ahbabından bellidir (Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu diyeyim). 
İnsan daha çok anlaştığı, huyunu suyunu bildiği, sevdiği, yanında bulunmaktan  hoşlandığı kimselerle arkadaşlık kurar; dostluk eder. Dolayısıyla bir kimsenin  iyi ya da kötü olduğu, arkadaşlık kurduğu kimsenin kişiliğine bakılarak  anlaşılabilir. 
 
Adamak kolay, ödemek güçtür. 
Bir işi yerine getireceğim demek, davranışıyla ya da tutumuyla o işi yapacağım  duygusu uyandırmak, umut vermek kolaydır. Ne var ki yerine getirmek ve yapmak  güçtür. Çünkü bu, bir çabaya, bir maddeye ya da bir paraya dayanır; bunlar da  zor sarf edilir şeylerdir. 
 
Adamın (insanın) adı çıkacağına (çıkmaktansa) canı çıksın (çıkması yeğdir). 
Toplumun bir insan hakkında verdiği yargı kolay kolay değişmez. Eğer bir adamın  adı kötüye çıkmış, bu yanıyla şöhret bulup tanınmışsa, bu durum onun için  katlanılmazdır. Nereye gitse kötü yanı yüzüne vurulacak, itilip kakılacak,  aşağılanıp toplum dışına itilecektir. Böyle bir hayatı yaşamak, o insan için  yaşarken ölmek demektir. 
 
Adamın iyisi alış verişte belli olur. 
Alışveriş bir insanın karakterini, iyi ya da kötü oluşunu belirleyen en önemli  ölçütlerden biridir. Alışveriş her şeyden önce çıkara dayanır. Birçok insan da  çıkarı için ahlâk kurallarını çiğnemekten kaçınmaz. Bunu anlamanın en iyi yolu  da kişiyi alışverişte denemektir. Alışveriş sırasında hileye başvurmayan, hakkı  gözeten, yalan söylemeyen, ahlâksız yollara sapmayan kimse iyi insandır. 
 
Adamın iyisi iş başında belli olur. 
İnsanı gösteren sözü değil, işidir. Bir insanın gerçek değeri; becerikli mi  beceriksiz mi, çalışkan mı tembel mi, başarılı mı başarısız mı, iyi mi kötü mü  olduğu yaptığı işlerle, çevresindekilere karşı takındığı tutumla ölçülür. 
 
Adamını yere bakanından, suyun ağır (sessiz) akanından kork (sakın). 
Genellikle sessiz akan sular derin ve tehlikeli olurlar. Bir olay karşısında  duygu ve düşüncelerini açığa vurmayan, niyetini belli etmeyen, sessiz kalan  kimseler de ağır akan suya benzerler. Sinsidirler, içlerinde besledikleri  kötülükleri hissettirmezler, bu bakımından sakıncalıdırlar. 
 
Adam olana bir söz yeter. 
İyi yetişmiş, kişilikli, anlayışlı, duyarlı kişiler kendilerine söylenen sözü,  ilk söylenişinde anlarlar ve sözün gereğini yerine getirirler. Bir sözü  defalarca söyleten, söyleyeni zorlayan, çıkmaza sokan kimselerde ise, bir  kavrayış noksanlığı, bir ahlâk eksikliği var sayılabilir. 
 
Âdemoğlu (insanoğlu) çiğ süt emmiştir. 
Başlangıcından bu yana nankörlük insanoğlunun değişmez bir sıfatı olagelmiştir.  Yapılan bir iyiliğe karşı, çokluk kötülükle cevap vermek, insanın atamadığı  huylarındandır. Sanki bu, insanda değişmez bir hâldir. Bu bakımdan insanoğlu  güvensizdir, ona karşı daima dikkatli olunmalıdır. 
 
Ağaca çıkan keçinin dala bakan oğlağı olur. 
Büyüklerin küçükler üzerinde büyük bir etkisi vardır. Çocuklar, çokluk  büyüklerini örnek alırlar. Onlardan ne görürlerse onu yapmaya çalışırlar. Bu  sebeple, anne-babanın çocuklar, büyüklerin de küçükler üzerindeki etkisi, eğitim  açısından oldukça önemlidir. 
 
Ağacı kurt, insanı dert yer. 
Ağaç kurdu, içine yerleştiği bir ağacı veya tahtayı özünden, içten içe yiyerek  çürütür ya da kurutur. Dert ve üzüntü de tıpkı ağaç kurdu gibidir. İnsanı içten  içe yıpratır, perişan eder, dayanıksız kılar, yiyip bitirir. 
 
Ağaç kökünden yıkılır. 
Ağacı ayakta tutan, onu toprağa bağlayan kökleridir. Onun bütün dallarını  kesebilirsiniz, ancak yıkamazsınız. Yıkmak için köklerini topraktan çıkarmak  zorundasınız. Bir aile, toplum ya da düzen de tıpkı ağaç gibidir. Onu da ayakta  tutan bir temel (kök) vardır. Kimi ayrıntılarını (dallarını) yok edebilirsiniz,  ancak yıkıp bozamazsınız; yıkmak için temelini sarsmak, ana noktalarını bozmak  zorundasınız. 
 
Ağaç yaprağı ile güzeldir (gürler). 
Bir ağacı güzel gösteren, verimli kılan, canlı tutan yaprakları, çiçekleri ve  meyveleridir. Varlığını ancak bunlarla kanıtlar. İnsanlar da böyledir. İnsan  ailesi, çocukları, yakınları ve dostları ile bir bütün oluşturup varlık  gösterebilir. Eğer bunlardan mahrum olursa yapraksız, çiçeksiz ve meyvesiz bir  ağaç gibi kalır ortada; cansız, kurumuş gibi, güçsüz ve verimsizdir. 
 
Ağaç yaş iken eğilir. 
Çocuklar mutlaka küçük yaşta eğitilmelidirler. Bu yaşlarda işlenmeye, her türlü  bilgiyle donatılmaya elverişlidirler. Zaman geçip de büyüdükçe eğitilmeleri  zorlaşır. Yaşlı insan kolay kolay eğitilmez. Onlar tıpkı kuru bir ağaç  gibidirler. Eğilmezler, buna zorlanırlarsa kırılırlar. Bu sebeple onlara yeni  bir davranış kazandırmak imkânsız gibidir. 
 
Ağılda oğlak doğsa ovada otu biter. 
Yüce Allah, her canlıyı yaratırken onunla birlikte rızkını da yaratır. Ancak  insanlar aç gözlülük edip kimilerinin hakkını gasbederler, rızklarına el koymaya  çalışırlar. Dolayısıyla kimileri aç ve yoksul kalır. İnsanlar bu tavırlarından  vazgeçmiş olsalar, herkesin rızkının kendisine yeter olduğu apaçık ortaya  çıkacaktır. 
 
Ağır giden yol alır, hızlı giden yolda kalır. 
Gittiğimiz yolda, tuttuğumuz işte ilerlemek istiyorsak acele edip telâşa  düşmemeliyiz. Yavaş yavaş ama güvenli, gerekli bir tempoda, emin adımlarla  yürümeliyiz. Böyle hareket etmezsek, aceleciliğimiz yüzünden sürçebilir,  yolumuzu şaşırabilir, sonuca da ulaşamayız. 
 
Ağır kazan geç kaynar. 
1. Herkesin anlayış yeteneği bir değildir, öğrenme kabiliyetleri de farklıdır.  Kimi kalın kafalı kimseler bir meseleyi oldukça geç ve zor kavrarlar. 2. Bazı  beceriksiz, tembel kişiler işlerini geç yaparlar ve zamanında yetiştiremezler.  3. Ağırbaşlı, olgun kimseler bir olay karşısında hemen öfkelenip telâşlanmazlar. 
 
Ağır ol, batman gelesin. 
Temkinli, ağırbaşlı, ölçülü ol ve dengeli hareket et ki, itibar göresin; sevilip  sayılasın. Çünkü hafif meşrep, sulu, çabuk kızıp taşkınlık gösteren, aceleci  kimseler toplumda pek sevilip yer edinemezler. 
 
Ağır taş batman döver (yerinden oynamaz). 
Tutarlı, ölçülü, ağırbaşlı, temkinli kimselerin toplumda etkin bir yerleri,  ayrıcalıklı bir kişilikleri vardır. Bu ayrıcalıkları sebebiyle onlara kolay  kolay kimse ilişmeye cesaret edemez, onları hırpalamaya öyle herkesin gücü  yetmez, dolayısıyla ister istemez saygı görür ve yerlerini korurlar. 
 
Ağır yongayı yel kaldırmaz. 
Davranışları ölçülü, sözleri yerinde, temkinli ve ağırbaşlı olan insanlara dış  etkenler, niyeti bozuk kimseler kolay kolay zarar veremezler. 
 
Ağız yer, yüz utanır. 
İkram kabul eden, armağan alan kişi, bunları kendisine sunan kimsenin istediğini  yerine getirme zorunluluğunu duyar; bir borçluluk duygusuyla bu isteği  reddetmeye utanır, istemese de işi yapar. 
 
Ağlamayan çocuğa meme vermezler. 
Hakkımızın yendiği yerde susup sonuca katlanmak doğru değildir. Susar, sesimizi  çıkarmaz, hakkımızı aramazsak kimse bize yardım elini uzatmaz; hakkımızı vermez.  Onun için hakkımızı arama yoluna gitmeli ve bu yolda sesimizi duyurmalıyız. 
 
Ağlatan gülmez. 
Başkalarına zulmeden, sıkıntı veren, çile çektiren kimselerin kötülükleri  karşılıksız kalmaz; günün birinde bu dünyada ya da öteki dünyada kendisine  döner, yaptıklarının cezasını mutlaka çeker, o da ağlar. 
 
Ağrısız baş mezarda gerek (olur). 
Yaşayan her insan dertten, çileden yakasını kurtarabilmiş değildir. Yaşadıkça da  kurtaramayacaktır. Dolayısıyla dertsiz insan ancak mezarda bulunur. Bu demektir  ki, insan dertten ancak ölünce kurtulacaktır. 
 
Ağustosta gölge kovan, zemheride karnın ovar. 
Vakit ve fırsat varken (yazın) çalışmayan, tembel tembel oturan, keyfini düşünen  kimse, fırsat kaçtıktan sonra, çalışmanın zor olduğu günlerde (kışın) geçim  sıkıntısı çeker; perişan olur, aç kalıp yoksul düşer. 
 
Ah alan onmaz. 
Zulmeden, hak yiyen, kötülük yapan ve bu sebeple birilerinin bedduasını alan  kimse iflâh olmaz; onun sonu iyi değildir, yaptıklarının cezasını mutlaka görür. 
 
Ahlatın (armudun) iyisini ayılar yer. 
Değerli, güzel ve iyi şeyler çoklukla onlara lâyık olmayan kimselerin eline  geçer ve onlarca kullanılırlar. Bu da gösteriyor ki, insanlar gelişen olaylara  çok kez engel olamazlar. 
 
Ahmağa yüz, abdala söz vermeye gelmez. 
Anlayışı kıt, beceriksiz, yüzsüz ve yılışık, çıkarcı kimselere gereksiz yere  yakınlık gösterilmemelidir. Yoksa bu yakınlığı kötüye kullanabilir. Yerli yersiz  karşınıza çıkıp sizi rahatsız ve huzursuz edebilir. Bu gibi kimselerle kurulacak  ilişkilerde dikkatli olunmalıdır. 
 
Ahmak iti yol kocatır. 
Bazı insanların girişimleri, uğraşıları, didinmeleri, yaptıkları işleri  ahmaklıkları yüzünden sonuçsuz kalır; yıpranmalarına yol açar. Bunun böyle  olmasının sebebi, işe iyi düşünmeden, plân yapmadan girmiş bulunmaları,  karşılarına çıkacak aksilikleri hesaplamamış olmalarıdır. İşte böylesi bir  giriş, onları tekrar tekrar yapmak zorunda bırakmış, zaman kaybettirmiş, yormuş  ve yıpratmıştır. 
 
Akacak kan damarda durmaz. 
“Takdir, tedbiri bozar” derler. Bir zarara uğramak, önemli bir şeyimizi  kaybetmek kaderimizde varsa, ne yaparsak yapalım, ne önlem alırsak alalım bunun  önüne geçemeyiz. Bugün ya da yarın, er veya geç olan olacaktır. 
 
Ak akçe kara gün içindir. 
Emek vererek, alın teri dökerek kazandığımız para, sıkıntılı anlarımız ve zor  günlerimiz içindir; bizi darlıktan bu para çekip kurtarır, rahata erdirir. Dara  düşülen günlerimizde bu parayı harcamaktan da geri durmamalı, çekinmemeliyiz. 
 
Akan su yosun (pislik) tutmaz. 
Bilinen bir şey ki, devamlı akan su kendini ve yatağını temiz tutar; hareketsiz  ve birikinti hâlinde olan su da aksine mikrop ve pisliği bünyesinde taşır.  Denebilir ki hareketlilik, canlılık ve çalışkanlık insanı canlı ve üretken  yapar; iyimser kılar, kötülükten uzak tutar, düşkünlüğünü önler; böylece de o  insan hem kendine, hem de başkalarına yararlı olur. 
 
Akar su çukurunu kendi kazar. 
Azimli olan, bir şey yapma isteği ve gücünü taşıyan, gayretli ve atak kimseler  zorluklara boyun eğmezler; amaçlarını gerçekleştirmek için imkân ararlar,  yollarını ne yapıp edip bulurlar. 
 
Akan suya inanma, el oğluna güvenme. 
Kimi akar sular yavaş aktığı için tehlikesiz görünebilir, ancak yine de  güvenmemelidir. Bir an o suya kapılıp sürüklenebilir, derinlere ve burgaçlara  çekilip boğulabiliriz. El oğlu da tıpkı bu akar sular gibidir, kimi yanlarına  bakarak onlara güven duyamayız. Çıkarı için bizi tuzağa düşürebilir, başımıza  olmadık işler açabilir, zor durumda bırakıp zarara uğratabilir. Bunun için  temkinli olmalıyız. 
 
Akıl akıldan üstündür. 
Her insan aynı anlayış, bilgi ve düşünme gücüne sahip değildir. Bizim  akletmediğimizi, bir başkası akledebilir. Biri bizden daha iyi düşünüp karanlık  bir noktada bize ışık tutabilir. Bu bakımdan önemli işlerimizde güvenli, geniş  düşünce sahibi kimselere danışmaktan, onların bilgi ve tecrübesine başvurmaktan  kaçınmamalıyız. 
 
Akıl için tarik (yol) birdir. 
Bir mesele ancak akıl yoluyla çözülebilir. Bu yol ise tektir. Doğru  düşünenlerin, mantıklı olanların bu yolu izlediklerinde vardıkları sonuç hep  aynı olacaktır. 
 
Akıl kişiye (adama) sermayedir. 
Giriştiğimiz hemen bütün işlerde başarılı ya da başarısız olmamızdaki en büyük  etken akıldır. O, yapmaya çalıştığımız işte baş aracımızdır. Onu gerektiği gibi,  yerinde kullanırsak iyi sonuç almamız kolaylaşır. Hemen her işte bir sermayeye  gerek duyulduğu açıktır. Bu sermaye de paradır. Ama unutmayalım ki, paranın da  işe yarar şekilde kullanılması akılla olur. 
 
Akıllı düşman, akılsız dosttan hayırlıdır (Deli dostun olacağına akıllı  düşmanın olsun). 
Düşüncesiz ve yersiz davranan, gerçeği görmeyen, anlayışı kıt kimseler  yaptıkları işlerin, söyledikleri sözlerin ne gibi sonuçlar doğuracağını hesap  edemezler. Bu yanlarıyla, iyi niyetli de olsalar dostlarına bilmeyerek zarar  verebilirler. Bunun aksine, akıllı düşmanın neler yapabileceği, hangi yollara  başvuracağı önceden tahmin edilip sezilebilir; dolayısıyla kişi tedbirini alır,  kendisine gelebilecek zararları önlemeye çalışır. 
 
Akıllı hırsız, şaşkın ev sahibini bastırır. 
Aklını kullanmasını bilen, açık göz, uyanık ve düzenbaz kimseler düşüncesiz,  kavrayışı kıt, ahmak ve şaşkın kimseleri aldatmakta bir zorlukla karşılaşmazlar.  Hatta bu kimseler, karşılarındaki bu aptal insanları, haklı da olsalar haksız  çıkarabilirler; kendilerini suç işlememiş gibi gösterebilirler. 
 
Akıllı köprü arayıncaya dek deli suyu geçer. 
Önlem almaya, hazırlıklı olmaya alışmış kimi tedbirli kimse, hemen her şeyde bir  sonuca ulaşmak için sağlam bir yol arar. Bunun için de düşünüp taşınır, kolay  kolay karar veremez. Dolayısıyla da epey zaman harcamış ve sonuca ulaşmakta  gecikmiş olur. Oysa gözü pek atak ve yeterince düşünmeden karar veren kimse,  tehlikeyi göze alıp işe girişir ve sonuca daha çabuk ulaşır. 
 
Akıllıyı arkada tutma, akılsızı kılavuz etme. 
Hangi işte, hangi yönetimde olursa olsun sağlıklı bir sonuca gidilmek  isteniyorsa, mutlaka iyi ve doğru düşünenlere, işinin ehli ve akıllı kimselere  öncelik verilmelidir; onlar takipçi değil, takip edilenler olmalıdır. Eğer bunun  tersi yapılıp akılsız, ahmak, beceriksiz, anlayışı kıt kimselere öncelik  verilir, onlar iş başına getirilirse yapılan işten olumlu bir sonuç elde  edilemez; elde kalan yalnızca zarar olur. 
 
Akıl para ile satılmaz. 
İnsanlar akılca eşit değillerdir. Kimileri akıllı, kimileri aptaldır. Bunu  değiştirmek mümkün değildir, böyle de sürüp gidecektir. Üstelik akıl, somut bir  şey de değildir. Sonradan da elde edilemez, parayla da alınıp satılamaz.  Etrafımıza şöyle bir baktığımızda delice işler yapan varlıklı insanlar, akıllıca  işler yapan yoksul insanlar görürüz. Eğer akıl parayla satın alınmış olsaydı  zenginlerin dilece işler yapmadıklarına tanık olabilirdik. 
 
Akılsız başın zahmetini (cezasını) ayaklar çeker. 
1. İyi düşünüp taşınmadan, eni konu hesaplamadan verdiğimiz kararlar, yaptığımız  girişimler bizi kötü sonuçlarla karşı karşıya bırakır, çıkmaza sokup oraya  buraya koşturur, yorgun düşürür. Hemen her şeyi yeni baştan yapmak durumuyla yüz  yüze getirir. 2. İşin başında olanların akletmeden verdikleri yanlış karar ve  ortaya koydukları tutumların doğurduğu kötü sonuçların sıkıntılarını, zahmetini  buyruk altında çalışanlar çeker. 
 
Akıl yaşta değil baştadır. 
İnsanın yaşlanması, aklının artması anlamına gelmez. İnsan büyüyebilir fakat  aklı (kıt) kalabilir. Biliriz ki, pek çok genç yaşça büyük olanlardan daha  akıllıdırlar. İnsanlar yaşlandıkça tecrübe sahibi olabilirler ama tecrübe akıllı  olanların işine yarar, akılsızların değil. 
 
Ak koyunun kara kuzusu da olur. 
1. İyi ana-babadan kimi zaman kötü huylu çocuklar da olabilir. 2. Çok iyi  sandığımız bir işin, girişimin veya tavrın kötü yanları da bulunabilir. 3.  Arkadaş, dost ve yakınlarımızın kimi kusurlu yanları da bulunabilir. 
 
Akla gelmeyen başa gelir. 
İnsan her şeyi eksiksiz düşünüp, başına gelebilecekleri önceden kestirip tedbir  alacak güçte değildir. Hiç ummadığı, beklemediği bir anda başına öyle şey gelir  ki, bu şeyi daha önce hiç düşünmemiştir bile. Bu durumda yapılacak şey endişe ve  korkuya kapılmamak, sakin olmaya çalışmaktır. 
 
Aklına geleni işleme, her ağacı taşlama. 
Aklına geleni hemen gerçekleştirmeye çalışma; önce iyi düşün, taşın, doğabilecek  sonuçları hesapla. Bunun aksine hareket edip iş yapmaya kalkar, her önüne gelene  çatarsan büyük sıkıntılarla karşılaşır, zarar görürsün. 
 
Akraba (dost) ile ye, iç, alışveriş etme. 
Hemen her alışverişin temelinde çıkar yatar. Bu çıkarlar insanları çatışmaya  sürükleyip tatsızlıklara yol açabilir; sonuçta ortaya kırıcı, incitici  davranışlar çıkar. Dolayısıyla alışveriş dostluğu bozucu bir işlev yüklenmiş  olur. Bu ise devamlı görüşen insanlar için hoş bir durum değildir. Bu bakımdan  özellikle kendine güvenemeyenler, dostluklarının devamını dileyenler alışveriş  konusunda dikkatli olmalı, gerekirse birbirleriyle alışverişten kaçınmalıdırlar. 
 
Akşama karşı gitme, tana karşı yatma. 
Yüce Allah, gündüzü çalışıp rızk kazanma, geceyi de uyku ve dinlenme zamanı  olarak yaratmıştır. Bu sebeple erken kalkıp çalışmalı ve erken yatmalıdır. Yola  çıkmak için de en uygun zaman seher vaktidir, her şey görünür olduğundan daha  güvenlidir. Gece yolculuk yapmaktan mümkünse kaçınmalıdır; gece yolculuğu hem  zor, hem de tehlikelidir. 
 
Akşamın hayrından sabahın şerri yeğdir (iyidir). 
Elden geldiğince işler akşam ya da gece yapılmamalıdır. Sabah görülmesi daha  uygundur. Çünkü gece iş yapmak tehlikelidir. İnsanların en yoğun, yorgun ve  dalgın oldukları zaman bu zamandır. Çalışanların hata yapmaları, işi eksik  görmeleri, verimsiz olmaları gündüze oranla daha fazla olur. Ayrıca gündüz elde  edilebilen imkânlar gece elde edilemez. Bu bakımdan sabahleyin yapılacak iş  kusurlu da olsa, akşam yapılacak işten daha iyidir. 
 
Alacağın olsunda da alakargada olsun. 
İnsanlar kolay kolay borçlu olmak istemezler. Çünkü borç ödemek, özellikle  sıkıntıda olanlar için hayli zordur. Bu bakımdan borçlu olmaktansa alacaklı  olmak daima iyi görülür. Alınması zor da olsa, borçlu olan ödememek için karşı  da koysa, insanın alacaklı olması yine de iyi bir şeydir. 
 
Alacakla verecek (borç) ödenmez. 
Kimilerine borçlu, kimilerinden de alacaklı olabiliriz. Ne var ki, borcumuza  karşılık, alacağımıza güvenip onunla borcumuzu ödeyebileceğimizi düşünmemeliyiz.  Böyle yaparsak tedbirsiz hareket etmiş oluruz. Borcumuzun ödenme günü  geldiğinde, eğer alacağımız bize ödenmemişse zor durumda kalabiliriz. Bu yüzden  borcumuzu, alacağımızla öderiz hesabına gitmek doğru değildir; bu bir  tedbirsizliktir. 
 
Alçak uçan yüce konar, yüce uçan alçak konar. 
İnsanların toplum içindeki yerlerini tutum ve davranışları belli eder. Kimi  insan vardır ki alçak gönüllüdür, büyüklük taslamaz, insanların mevkilerine göre  tavır takınmaz; işte bu kimseler saygı ve sevgi görür, toplum içinde yükselir.  Kimi insan da vardır ki kibirlidir, herkesi küçük görür, üstünlük taslar; bu  insan da hiç sevilip sayılmaz, toplum içinde de iyi bir yer edinemez. 
 
Alçak yerde yatma sel alır, yüksek yerde yatma yel alır. 
İnsan hiçbir işinde aşırılığa kaçmamalı, orta bir yol izlemelidir. Gerek maddî,  gerekse manevî yönden kendisine en uygun olanı seçmelidir. Orta bir yol izlemeye  yanaşmayan insana hem çok düşük, hem de çok yüksek hayat biçimi zarar verir. 
 
Alçak yer yiğidi hor gösterir. 
Elindeki imkânları sınırlı olan, basit bir görevde bulunan kimse ne kadar  değerli olursa olsun kendini gösteremez; kişiliğini, yeteneğini kanıtlayıp lâyık  olduğu yere gelemez. Bu durumda onun önemsiz görülmesine, etkisiz kalmasına,  yitip gitmesine sebep olur. 
 
Al elmaya taş atan çok olur. 
1. Önemli, parlak mevkileri elde etmeye çalışan çok olur. 2. Değerli, güzel ve  çekici olan şey herkesin dikkatini çeker. Kimileri onu elde etmeye çalışırken,  kimileri de kıskançlığa düşüp onun aleyhinde çalışırlar. 
 
Alet işler, el övünür. 
İnsan ne iş yaparsa yapsın, ne kadar usta olursa olsun, o iş için gerekli  araç-gereç olmadan başarı elde edemez. Durum bu kadar açık olduğu hâlde,  araç-gereci bir tarafa atıp kendi ustalığı ile övünmekten geri durmaz insanoğlu. 
 
Alışmış kudurmuştan beterdir. 
Bir şeye alışkanlık tutkuyu, tutku da tutsaklığı peşinden sürükler. Bir şeye  alışkın olan, bir anlamda onun tutsağı olmuştur. Artık onu yöneten  alışkanlıklarıdır, kolay kolay bu alışkanlıklardan vazgeçmez. Alışkın olduğu  şeyden kopmamak için her yola başvurur, delice davranışlar gösterir. 
 
Al kaşağıyı gir ahıra, yarası (yağırı) olan gocunsun (gocunur). 
Bir meseleyi halletmek, bir yolsuzluğu soruşturmak, bir haksızlığın önüne geçmek  için ne gerekirse yapılıp söylenmelidir. Bu sırada kabahati olan varsın tedirgin  olsun, alınıp telâşa kapılsın. 
 
Allah bir kapıyı kapatırsa ötekini açar. 
İşi büsbütün bozulan, bir çıkmaza düşen insan karamsarlığa kapılıp Yüce  Allah`tan umut kesmemelidir. Çünkü Allah rahmetini esirgemez, O`nun rahmeti  boldur. Allah hiç umulmadık bir anda bir sebep yaratır ve çare gösterir, bize  iyi imkânlar sunar. Yeter ki O`na inanıp güvenelim, O`ndan umut kesmeyelim. 
 
Allah dağına göre kar verir (verir kışı). 
Yüce Allah, her kuluna kaldırabileceği ölçüde yük, sıkıntı verir. Bu kimine az,  kimine çoktur. Herkesin dayanabileceği kadardır. 
 
Allah doğrunun yardımcısıdır. 
Yüce Allah, insanlara neyin eğri, neyin doğru olduğunu kitapları ve  peygamberleri vasıtasıyla göstermiştir. Onun yap dediğini yapan, yapma dediğini  yapmayan doğru yoldadır. Onun istediklerini yerine getiren, haram kıldığı  şeylerden kaçınan, onu bunu aldatmayan, yalan söylemeyen, doğruluktan sapmayan  kişiye Allah yardım eder; o kişi her işte başarı sağlar, kötülük görmez, zarara  da uğramaz. O hâlde doğruluktan şaşmamalıdır. 
 
Allah gümüş kapıyı kaparsa altın kapıyı açar. 
İşleri kötü giden kişi Allah`tan umut kesmemelidir. Rahmeti bol olan Yüce Allah,  kimseyi rızksız koymaz. Allah`ın bir sebeple bizi içine düştüğümüz kötü durumdan  çıkarıp, daha iyi ve güzel bir duruma kavuşturacağına inancımız tam olmalıdır. 
 
Allah`ın bildiği kuldan saklanmaz. 
Bütün insanlar, yaptıkları her şeyden yaratıcıları olan Allah`a karşı  sorumludurlar. Allah, kullarının ne yaptıklarını, ne düşündüklerini ve  kalplerinden geçenleri bilir. İnsan, eğer bir suç işlemişse, bu suçundan dolayı  önce Allah`tan korkmalı ve utanmalıdır. Çünkü, hiçbir şeyin kendisine gizli  olmadığı Allah, onun suç işlediğini biliyordur. Bunu gizlemek, o suçu ortadan  kaldırmaz. Öyle ise onu kuldan niçin saklamalıdır? 
 
Allah kulunu kısmeti ile yaratır. 
Her insan dünyaya rızkı ile gelir. Allah, onu mutlaka bir geçim yoluna  ulaştırır; bu yol zor ya da kolay olabilir. Yeter ki insanlar birbirinin rızkına  el uzatmasınlar. 
 
Allah sabırlı kulunu sever. 
Acı, yoksulluk, haksızlık ve hastalık gibi üzücü durumlar karşısında ses  çıkarmadan, olacak veya gelecek bir şeyi telâşa kapılmadan bekleme erdemidir  sabır. Bu, insanın sahip olabileceği en değerli huylardandır. Böyle kimseler  dayanıklı olur, güçlüklere göğüs gerer, kötülükleri kolay savar, sıkıntıları  çabuk atlatır. Cenab-ı Hak da böyle kullarını sever. Öyleyse bu sevgiye lâyık  olmak için sabırlı olmaya gayret etmeli insan. 
 
Allah sağ eli sol ele muhtaç etmesin. 
Birine muhtaç olup ondan bir şey istemek, istediğinin yerine gelmediğini görmek  insana çok ağır gelir. Bu yüzden bir de hakarete uğramak, hele en yakınından  böyle bir tavır görmek insanı kahreder. Bu sebeple “Allah`a, bizi en yakınımıza  dahi muhtaç etmesin” diye dua etmeyi bir görev bilir insan. 
 
Allah`tan umut kesilmez. 
Allah, kendisine inananları güç durumda bırakmaz. En umutsuz anlarında bile bir  sebep yaratıp onları sevindirir, işlerini yoluna kor, durumlarını düzeltir. Bu  bakımdan Müslümanlar en kötü ve umutsuz durumlarında bile karamsarlığa düşüp  yalnızlık korkusuna kapılmazlar. Yüce Allah`ın onlara lütufta bulunacağına,  onları koruyacağına gönülden inanırlar. 
 
Allah uçamayan kuşa alçacık dal verir. 
Kiminin gücü az, kiminin yeteneği sınırlıdır. Allah, bu insanlara da durumlarına  göre imkânlar verir; kolaylıklar gösterir; onların da bir hayat düzeni  kurmalarına, geçim yolu bulup barınmalarına yardım eder. 
 
Almadan vermek, Allah`a mahsus (yaraşır). 
Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, ama ihtiyaç sahiplerinin muhtaç olduğu tek varlık,  şanı yüce olan Allah`tır. Karşılık beklemeden yardım yapmak sadece ve sadece  Allah`a mahsustur. Bu sebeple insanlar yardımlaşırken bir karşılığı gözetirler.  Bir şey verirken almaya gereklilik duyarlar. Öyleyse siz başkasına yardımcı  olunuz ki, başkası da size yardımcı olsun. 
 
Almadığın hayvanı kuyruğundan tutma. 
Hiçbir zaman alamayacağın bir mala alacakmış gibi, yapamayacağın bir işe  yapacakmış gibi, yanında çalıştıramayacağın bir kişiye çalıştıracakmış gibi  yakın ilgi gösterme. Bu, karşı tarafa boş yere umut vermek olur ki, doğru bir  hareket değildir. 
 
Alma mazlumun âhını, çıkar âheste âheste. 
Zalim olma, kötülük yapıp da can yakma. Yoksa mazlumların bedduasını alır,  yaptığın kötülüklerin cezasını feci şekilde çekersin. 
 
Altın anahtar her kapıyı açar. 
Para güçlü bir araçtır. Paranın halledemeyeceği, ortadan kaldıramayacağı engel  ya da mesele yok gibidir. Çünkü insanlar çıkarlarına, nefislerine düşkündürler.  Bu düşkünlük onları zayıf bırakır. Para da bu zayıf insanları kolayca elde eder.  Dolayısıyla karşılığını para ile ödediğinizde, insanlar pek çok engeli önünüzden  kaldırır; istediğiniz şeyi kolayca elde edersiniz. 
 
Altın eli bıçak kesmez. 
1. Zengin kişi para ile pek çok meselesini halleder, paranın gücü sebebiyle ona  zarar vermek zorlaşır. 2. Hünerli, işinin ehli kimseyi hayat zorlukları kolay  kolay etkileyemez. Bir an zorluklar onu sarssa bile, o yılmadan çalışır;  işlerini yoluna kor ve hayatını sürdürür. 
 
Altın eşik, gümüş eşiğe muhtaç olur. 
Ne varlığa, ne makama güvenmemeli; hiç kimseye yukarıdan bakılmamalıdır. Gün  gelir insan elindeki varlığı yitirip yoksullaşabilir, bir zamanlar kendisinden  daha yoksul olan bir kişiye muhtaç olabilir. Mevkisini de kaybedebilir ve  kendisinden daha önce altta olan insanların emrinde çalışmaya mecbur kalabilir. 
 
Altın yere düşmekle pul olmaz. 
Yetenekli, dürüst ve değerli bir kişi bulunduğu yüksek yeri (makam-mevki)  yitirip önemsiz bir yerde bulunmak zorunda kalsa bile değerinden bir şey  kaybetmez. 
 
Altı olur, yedi olur, hep Allah`ın dediği olur. 
İnsanoğlu ne tür hesaplar ve plânlar yaparsa yapsın, ne tür ihtimalleri göz  önüne alırsa alsın, sonuçta Allah ne dilemişse o olur. Bunun için “takdir,  tedbiri bozar” demişlerdir. 
 
Aman diyene kılıç kalkmaz (Eğilen baş kesilmez). 
Yiğitliğinize, mertliğinize güvenerek teslim olan kişi size sığınıyor; canının  da sizin tarafınızdan korunmasını istiyor demektir. Böyle bir durumda ona  kötülük yapmak ya da onu öldürmek doğru değildir. Aksi bir tavır insanlık dışı  bir hareket olur, meğer ki sığınan kişi düşman bile olsa. 
 
Ana evlâdını atmış, yar başında tutmuş. 
Biliriz ki, çocuğu en fazla seven, ona en fazla emeği geçen, onu en fazla  koruyan, onunla en fazla bütünleşen genellikle annedir. Bu sebeple ona ne kadar  kızarsa kızsın, ondan ne kadar nefret ederse etsin, bu durumunu devamlı  sürdürmesi düşünülemez. Çocuğun tehlikeye düştüğü bir anda, annelik içgüdüleri  harekete geçer ve onu korumaya çalışır. 
 
Ana gibi yâr, Bağdat gibi diyar olmaz. 
Şehirler içinde Bağdat öteden beri güzel, önemli ve gözde şehirlerden biridir.  İnsanı kendine çeken, pek çok şehirde bulunmayan özelliklere sahiptir. Annenin  de diğer insanlar içinde ayrıcalıklı bir yeri vardır. Onun kadar çocuğunu seven,  çocuğuna gönülden bağlı bir yakın, bir dost yoktur insanlar içinde. Ne zaman  başımız dara düşse hemen o koşar, elimizden tutmaya o çalışır. 
 
Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az. 
Kimi meseleleri üstü kapalı, bazı ipuçları vererek şöyle bir anlatmak  zorunluluğu hasıl olur. Anlayışlı kimseler bu tür konuşmadan ne denmek  istendiğini kolayca anlarlar. Ama kavrayışı kıt kimseler ne kadar açık  anlatılırsa anlatılsın, ne kadar tekrar edilirse edilsin ne denmek istendiğini  bir türlü anlayamazlar. 
 
Araba devrilince (teker kırılınca) yol gösteren çok olur. 
İnsanlar her nedense her şey olup bittikten, işler bozulduktan, ortaya kötü bir  sonuç çıktıktan sonra “niçin böyle yaptın, şöyle yapsaydın, bu yolu tutmalıydın”  gibi sözler söylemeyi alışkanlık edinmişlerdir. Önemli olan yapma biçimindeki  yanlışlığı, tutulan yoldaki tehlikeyi önceden görmek ve uyarıda bulunmaktır. 
 
Araba ile tavşan avlanmaz. 
Hemen her iş ayrı bir araç, yol ve yöntemi gerekli kılar. Başarıya ulaşılmak  isteniyorsa o iş için uygun olanlar seçilmelidir. Eğer bunun dışına çıkılırsa  başarıdan söz edilemez. 
 
Arabanın ön tekeri nereden geçerse arka tekeri de oradan geçer. 
1. Büyükler nasıl bir davranış veya yaşayış yolu tutmuşlarsa çocuklar da onları  taklit eder, onların izinden gider. 2. Yönetenlerin tavır biçimi, zamanla  yönetilenlere geçer. 
 
Ar dünyası değil kâr dünyası. 
1. Yaptığı iş eğer namusuna dokunmuyor, onurunu zedelemiyorsa geçim için şu ya  da bu işi yapmalı insan; utanıp sıkılmadan para kazanmalıdır. 2. Kimi insanlar  vardır ki, namus ve onur denen değerleri bir tarafa fırlatmış, çıkar için her  türlü işi yapmaktadırlar. 
 
Arı bal alacak çiçeği bilir. 
Bazı kimseler, açıkgöz insanlar ve işinin uzmanı olanlar, çıkar  sağlayabilecekleri, kazanç elde edecekleri yerleri gayet iyi bilirler. 
 
Arı, kızdıranı sokar. 
Hiçbir insan durup dururken çoklukla birinin canını yakmaz. Kişi ancak kendisini  kızdırıp bunaltana, sataşıp ilişene, kötülük yapana karşı ister istemez eyleme  geçer; saldırır ve zarar verir. 
 
Arık öküze bıçak çalınmaz. 
Güçsüz, zayıf, kendisini zor ayakta tutan kimselerden yararlanmaya çalışmak,  onlara eziyet edip çile çektirmek doğru değildir; bu yiğitliğin ve insanlığın  şaşına yakışmaz. 
 
Arpa eken buğday biçmez. 
1. Kötü bir davranışta bulunan insan iyilik göremez. 2. Yapmaya çalıştığı işin  üzerinde lâyıkıyla durmayan ondan iyi sonuç alamaz. 
Arsızın yüzüne tükürmüşler, “yağmur yağıyor” demiş. 
Arsız insan kişiliğini, saygınlığını, utanma duygusunu yitirmiş insandır.  Dolayısıyla o ne kadar ağır hareket görse, söz işitse yine de aldırış etmez;  pişkinliğe vurup iyi bile karşılar. 
 
Arslan yatağından (yattığı yerden) bellidir (belli olur). 
İnsanların kişilikleri ile sürekli bulundukları yerler arasında bir özdeşlik  kurmak mümkündür. Bir kimsenin kişiliği çalıştığı iş yerinin niteliğinden; yatıp  kalktığı evin temizliğinden, düzeninden anlaşılır. 
 
Asil azmaz, bal kokmaz (kokarsa yağ kokar, çünkü aslı ayrandır). 
Kendine has özellikleri bulunan bir nesne ne denli biçim değiştirirse  değiştirsin, aslî özelliğini yitirmez. Bu durum insan için de söz konusudur.  Soylu bir aileden gelen insanlar ne denli büyük bir sarsıntı geçirirlerse  geçirsinler, bayağı bir duruma düşüp yozlaşmazlar; soyluluklarını yitirmezler.  Ama mayalarında kötülük, noksanlık bulunan kimseler için böyle bir şeyden söz  edilemez; onlar eninde sonunda bir açık verirler, olumsuz yanlarını dışa  vururlar. 
 
Aslını inkâr eden (saklayan) haramzadedir. 
Bir insan çarpık bir ailenin üyesi olabilir; yoksul, eğitim görmemiş kaba bir  aileden gelebilir. Bu durumunu birilerinden saklamak ve onlara karşı bir utanç  kaynağı olarak görmek son derece yanlıştır. Çünkü insan, böyle bir aileden  gelmekle değersiz olamaz. Kendisini değerli ya da değersiz kılmak kendi  elindedir. Böyle bir tavrı da ancak zayıf karakterli insanlar gösterebilir ya da  bu tavır ancak piçlere yaraşır. 
 
Âşığa Bağdat sorulmaz (ırak değildir). 
Kim ki bir şeyi elde etmek ister, ona taşkın bir kavuşma isteğiyle yanıp  tutuşur, o kimseye zor şartlar ağır gelmez; o, her türlü çabayı gösterir; her  türlü fedakârlığa katlanır. 
 
Âşık âlemi kör, dört yanını duvar sanır. 
Aşk duygusuyla dolup taşan kişi, bu derin sevginin etkisiyle ne yaptığını  bilemez; hoşa gitmeyecek davranışlarda bulunur, sanki bilincini kaybetmiş  gibidir; yapıp ettiklerini kimse bilmez, görmez ve söylediklerini kimse işitmez  sanır. 
 
Aşını, eşini, işini bil. 
Doğru, düzgün, sağlıklı, mutlu ve verimli bir hayat mı yaşamak istiyorsun? O  hâlde yiyeceğine dikkat et, temiz ve helâl ye. Eşini ve arkadaşını iyi seç,  kötülerden uzak dur. Bir iş edin, edindiğin işe sahip çık, onu lâyıkıyla yap. 
 
Aş taşınca kepçeye paha olmaz. 
Kimi değersiz görülen, bir kenara atılmış bulunan araçlar bir zaman gelir  gerekli olurlar; bir zararı önlemeye yararlar. İşte o zaman değerleri birden  bire artar, kıymet biçilemez olurlar. 
 
At, adımına göre değil, adamına göre yürür. 
Bir atın yürümesi ya da koşması, doğrudan sırtındaki binicisinin yönetimine  bağlıdır; binici ne isterse onu yapar; koşar, durur ya da yavaş gider. Bir işin  akışı da böyledir. İşin sonucu, verimli yahut verimsiz oluşu, o işi yapanın  bilgi, beceri çaba ve tutumuna bağlıdır. 
 
Ata eyer gerek, eyere er gerek. 
Çıplak ata binmek oldukça zordur. Ata binmeyi kolaylaştıran eyerdir. Ancak bu  yeterli değildir. Atın üzerinde oturacak kimse eyerin hakkını vermeli ve  başarılı olmalıdır. Bunu da ancak yiğit olan yapar. Bir iş için de durum bundan  farklı değildir. Yapılan işten verim alınmak isteniyorsa, önce işte kullanılacak  araçlar sağlanmalı; sonra da iş ve araçlar işini iyi bilen, bunları  kullanabilecek birine teslim edilmelidir. 
 
Atanın (babanın) sanatı oğula mirastır. 
Çocuklar küçük yaşlarda öncelikle babalarının yaptıkları işlerle ilgilenirler.  Babanın oğulla yakın ilişkisi, çocuğun giderek babasının yaptığı işi öğrenmesine  yol açar. Baba da bunun için özel bir çaba sarf etmişse, çocukta, bu işi öğrenme  yolu kalıcı olur. Büyüyünce kendisi de bu sanatla uğraşır, geçimini bu yolla  sağlamaya çalışır. 
 
Atasını tanımayan Allah`ını tanımaz. 
Ana-babaya değer vermek, onlara saygı-sevgi göstermek, onlara dar günlerinde  yardımcı olmak, onlara “öf” bile dememek Yüce Allah`ın buyruklarındandır. Bu  buyruklara itaat etmeyen, ana-babaya gerekli ilgiyi göstermeyen, onlara karşı  gelen bir kimse Allah`a da karşı geliyor demektir. 
 
At binenin (iş bilenin), kılıç kuşananın. 
1. Kim ki bir işi beceriyor, bir şeyi kullanıyor, bir şeyden gerektiği gibi  faydalanıyor, o şeye sahip olmalıdır; en uygunu, yakışanı da budur. 2. Kim ki  başkasının yararlanmadığı, yararlanmasını bilmediği bir şeyi elinde tutuyor ve  ondan yararlanıyorsa, o şey, mal sahibinden çok onun sayılır. 
 
At binicisini tanır (bilir). 
Emir altında çalışan kişi, kendisini yönetenin işten anlayıp anlamadığını, ne  isteyip istemediğini, hangi olay karşısında nasıl tavır takındığını bilir; işini  de ona göre yapar ve yürütür. 
 
Ateş düştüğü yeri yakar. 
Bir felâket ya da üzücü olay gerçek anlamda ona uğrayana, yalnızca ilgili  kimselere acı verir; onların yüreklerini yakar. Başkalarının, uzak kimselerin  duydukları acı, gösterdikleri üzüntü ise yüzeyseldir; kalıcı değil, gelip  geçicidir. 
 
Ateşle barut bir yerde durmaz. 
Bir arada bulunmaları çok tehlikeli görülen şeyler birbirinden uzak bir yerde  tutulmalıdırlar. 
 
Ateş olmayan yerden duman çıkmaz. 
Bir olay ya da durumun varlığı, gerçekten ortada olup olmadığı, belirtisinin  görülmesiyle anlaşılacak bir şeydir. Eğer meydanda bir belirti varsa, olay veya  durum da var demektir. 
 
Atılan ok geri dönmez. 
Kimi zaman iyi düşünüp taşınmadan, olacakları hesaplamadan bazı eylemlere  girişir ve sonuçta pişman olur insan. O anda ilk durumuna dönmek ister ama bu  mümkün değildir. Çünkü olan olmuş, iş işten geçmiştir çoktan. 
 
Atın bahtsızı arabaya düşer. 
Kimi değerli, yetenekli ama talihsiz kimseler, kişiliklerine uymayan kötü ve  bayağı işlerde çalıştırılır; görevlere itilir. 
 
Atın ölümü arpadan olsun. 
Bir şeye tutkun olan, bir şeyin uzun süre yokluğunu çeken kimi kişiler,  kendilerine zarar vereceğini bile bile o şeyi kullanmaktan çekinmezler ve şöyle  düşünürler: “Sevdiğim şeye özlem duyarak yaşamaktansa, onu çokça (aşırı ölçüde)  kullanıp (yiyip) hasta olayım; hatta öleyim.” 
 
Atın ürkeği, yiğidin korkağı. 
1. Yiğit de, at da doğacak bir tehlikeye karşı hep tetikte bulunmalı; uyanık  davranıp duyarlı olmalıdır. 2. Atın da, yiğidin de korkağından kaçınmalı;  onlardan hayır gelmez. 
 
Atlar nallanırken kurbağa ayağını uzatmaz. 
Meydanda olan şu ki, insana değer, nitelik ve kişiliğine göre davranılır; iş  verilir. Bu bakımdan kişi başkalarını ilgilendiren konularda ortaya  atılmamalıdır. Ayrıca, değersiz bir kimse de kıymetli ve nitelikli kişilere  gösterilen ilgiyi ne beklemeli, ne de ummalıdır. 
 
Atlasa kıl yapışmaz. 
Dürüst, temiz, kötülükten uzak, işinde başarılı kimseler hakkında söylenen  karalayıcı sözler, yapılan iftiralar havada kalır; boşuna söylenmiş olur, onlara  bu sözlerin mazarratı bulaşmaz. 
 
At ölür, itlere bayram olur. 
Kimi yararlı, kıymetli, şahsiyet sahibi kimselerin ölmesi; bulunduğu görevden  ayrılması ya da alınması kimi çıkarcı, kıskanç ve aşağılık kimselerin işine  gelir; onların sevinmesine yol açar. 
 
At ölür meydan kalır, yiğit ölür şan kalır. 
Dünyadaki her canlı gibi at da ölümlüdür. Günü gelince o da bu dünyadan ayrılır.  Ama onun koştuğu, gezdiği meydan onunla gitmez; kendisinden sonrakilere kalır ve  onu hatırlatır. İnsan için de durum atınkinden farklı değildir. O da ölümlüdür.  Doğacak, yaşayacak ve ölecektir. Ne var ki, bu dünyadan ayrılırken bıraktığı  izler sürüp gidecektir. İnsanlar bu dünyada bu izleriyle anılacaklardır. Önemli  olan dünya hayatında iyi bir iz (nam) bırakmak ve rahmetle anılmaktır. Bu  bakımdan kişi daha yaşarken adını yaşatacak iyi işler yapmalıdır.  Unutulmamalıdır ki, yaşarken iyi işler yapan, iyi eserler bırakan kişiler  öldükten sonra da unutulmazlar; onları tanıtan eserleriyle de gelecek kuşaklara  taşınırlar. 
 
At sahibine (biniciye) göre eşer (kişner). 
Yönetilen veya buyruk altında çalışan kişi, tutumunu ya da çalışmasını  yöneticisinin tavrına göre ayarlar. Bu sebeple yönetilen değil yöneten, çalışan  değil çalıştırıcı daha önemlidir. 
 
At yiğidin yoldaşıdır. 
Çok açık olarak bilinen bir şey ki, göçebe bir millet olan Türkler için at,  savaşta ya da barışta candan bir dosttur. Hemen her saati onunla geçer. At,  Türkler için soyluluğun, yiğitliğin, vefakârlığın, yararlılığın ve inceliğin bir  sembolüdür. Silâhsız er düşünülemediği gibi, atsız er de düşünülmemiştir.  Dolayısıyla at, Türk`ün edebiyatına girmiş ve önemli bir motif oluşturmuştur. At  hakkında şiir, menkıbe, masal, atasözü söylenmiş; risaleler kaleme alınmış,  âdeta ona insan gibi muamele edilmiştir. 
 
Ava gelmez kuş olmaz, başa gelmez iş olmaz. 
Uçsuz bucaksız gökyüzünde uçan, istediği yere ulaşabilen kuşlar bile avlanmak  tehlikesinden kurtulamazlar. Hele usta avcılar da varsa tehlike daha da artar.  İnsanlar da benzer biçimde tehlikelerden uzak değillerdir. Hiç ummadıkları  çeşitli felâketlerle karşılaşabilir, dert ve sıkıntılara düşebilirler. İnsan  kendini ne kadar güvenlik alanına çekmeye çalışırsa çalışsın dert, sıkıntı,  tehlike, kaza ve türlü işlerden yakasını kurtaramaz. 
 
Ava giden avlanır. 
Bir çıkar sağlamak için birilerine tuzak kuran, onları aldatan, onlara zarar  vermeye çalışan kimse, yapmaya çalıştığı kötülüğe kendisi düşer; zarara uğrar. 
 
Av avlayanın, kemer bağlayanın. 
Bir uğraş vererek bir şeyi ele geçiren kimse, onu hak eder; o, onundur. Doğrusu  ve yakışık alanı da budur. Aksini düşünmek yanlıştır. Bunun yanında, bir şey,  onu kullanmasını becerip faydalanmasını bilenindir. 
 
Avrat var ev yapar, avrat var ev yıkar. 
Kimi becerikli, iyi huylu kadınlar vardır ki, yoksulluk içinde bile olsa onlar  eve bir çeki düzen verir; temiz tutar, evi yaşanacak hâle getirirler; içten,  samimî davranışlarıyla yuvalarını mutlulukla doldururlar. Kimi kadınlar da  vardır ki, huysuzlukları, beceriksizlikleri, kötü davranışlarıyla ailenin  düzenini ve mutluluğunu bozarlar. Bolluk içinde bile olsalar, onların  tertipsizlikleri, düzensizlikleri, beceriksizlikleri yüzünden ailede huzur  kalmaz; onların bu tabiatları yüzünden aile kötüye gider, perişan olur ve  sonunda yıkılır. 
 
Ayağa değmedik taş olmaz, başa gelmedik iş olmaz. 
Hayat öyle pürüzsüz, gailesiz değildir. İnsanoğlu yaşadığı hayat süresince  çeşitli engeller, güçlükler ve olaylarla karşılaşır. Sıkıntılara, çeşitli  felâketlere uğrar. Kimi zaman tersi de olmaz değildir, rahata ve mutluluğa da  kavuşur. 
 
Ayağını sıcak tut, başını serin; gönlünü ferah tut, düşünme derin. 
Sağlıklı olmak, türlü hastalıklardan korunmak için ayağı sıcak, başı da serin  tutmak oldukça faydalıdır. Beden sağlığımızı düşündüğümüz gibi ruh sağlığımızı  da düşünmek zorundayız. Bunun için de her sorunu dert etmemeli, olur olmaz  şeylere üzülmemeliyiz; sabırlı ve geniş gönüllü olmalı, rahat hareket etmeliyiz. 
 
Ayağını yorganına göre uzat. 
Dengeli yaşamak isteyen insan mutlaka gelirini, giderine göre ayarlamalıdır.  Harcamalar geliri aşmamalı, imkânlar zorlanmamalıdır. Aksine bir hareket bütçeyi  sarsar, dengeyi bozar, insanı sıkıntıya sokup rahatsız eder. 
 
Ayağı yürüten baştır. 
Bedensel hareketlerimizin tümü beynin bulunduğu kafaya bağlıdır, kafaya göre bir  yön tutar ve gelişir. Bunun gibi bir işçinin verimli iş yapmasını, bir toplumun  dirlik düzenlik içinde yol tutmasını da başta bulunan yöneticiler sağlar. 
 
Ayı görmeden bayram etme. 
Müslümanlar Ramazan orucuna gökte hilâli (ay`ı) görünce başlarlar; oruç bitince,  yani bir ay sonra yine gökte hilâli görünce bayram ederler. Ayı görme işi de son  derece dikkat isteyen bir iştir. İnsanlar ayı görmeden nasıl bayram  yapamıyorlarsa, sen de bir iş gerçekleşmeden ona oldu gözü ile bakıp de sevinme;  dikkatli ol, ola ki bir sebep yüzünden iş gerçekleşmeyebilir, üzülebilirsin. 
 
Ayıpsız yâr (dost) arayan, yârsız (dostsuz) kalır. 
Hemen her şeyin, her insanın bir kusuru, bir eksiği vardır. Hatasız kul olmaz.  Dolayısıyla insanın mükemmel bir dost, arkadaş ve sevgili aramaya çalışması  boşunadır. Böyle bir dost bulamayacağı gibi, dostsuz kalması da mümkündür. Bu  bakımdan insan bir şey elde etmek, bir dost bulmak istiyorsa onları kusurları  ile kabul etmeye hazır olmalıdır. 
 
Ay ışığında ceviz silkilmez. 
Bir işten iyi, verimli bir sonuç alınmak isteniyorsa, o işin şartları da,  araçları da yeterli ve uygun olmalıdır. Aksi takdirde kötü bir sonuçla karşı  karşıya kalması mukadder olur. 
 
Aza demişler: “Nereye?”, “Çoğun yanına” demiş. 
Çok, her zaman azdan daha baskın çıkar. Bu bakımdan genellikle her şeyin azı,  çoğa boyun eğer; yahut az, çoğa uyar. Büyük sermaye, küçük sermayeye fırsat  vermez; onu idare eder. Bir toplumda çoğun oyu, azın oyunu geçersiz kılar;  dolayısıyla az oy sahipleri, çok oy sahiplerine uymak zorunda kalırlar. 
 
Aza kanaat etmeyen çoğu hiç bulamaz. 
Kim ki elindekinden hoşnut olmuyor, onu yeter bulmuyor, onunla yetinmiyor, daha  fazlasını istiyor ve onu hor görüp geri çeviriyorsa büyük bir hata işliyor  demektir. Çünkü çoklar, azların (küçük şeylerin) birikmesiyle meydana gelir.  Küçük şeylere sahip çıkmayan, onların birikmesiyle olmuş olan çoğu da kaybetmiş  sayılır. 
 
Azıcık aşım, kaygısız (ağrısız) başım. 
Aralıksız çalışarak, çeşitli sıkıntılara katlanarak, amansız zorluklara göğüs  gererek zenginlere özgü bir hayat yaşamaktansa, didişmelerden ve çekişmelerden  uzak, gösterişsiz ve sakin bir hayat sürmek daha yeğdir. 
 
Az söyle, çok dinle. 
Dinlemek, öğrenmenin güzel bir yoludur. Kulak vererek dinleyen insan pek çok şey  öğrenebilir. Oysa çok konuşan insanda yanılma payı (özellikle bilmediği  konularda) çok olur, hata yapma ihtimalî de artar. Ayrıca kişi yanlış ve çok  konuşmalarıyla çevresindekileri rahatsız da edebilir. 
 
Az tamah çok ziyan getirir. 
Elindekiyle yetinmeyen, daha fazlasını isteyen, isteklerine kavuşmak için  çeşitli yollara başvuran insan, bu tutumundan ötürü zarara uğrar. Çünkü aç  gözlülüğün sebebiyle ihtiyatsız davranmış ve tehlikenin içine düşmüştür. Bu gibi  kişiler kimi zaman ellerindekileri de kaybederler. 
 
Az veren candan, çok veren maldan. 
Varolalı beri insan, insanın yardımına ihtiyaç duymuştur. Bu bakımdan ihtiyaç  sahibine yardımda bulunmak bir insanlık görevi hâline gelmiştir. Kimi yoksul  kimseler birilerine yardım ya da armağan olarak bir şey verirlerse (küçük de  olsa) bu onlar için bir fedakârlıktır. Çünkü verdikleri şeyden kendilerinde de  yok denecek kadar az bulunmaktadır. Dolayısıyla yardımları ya da armağanları  yürekten, içten ve candandır. Bunun yanında zengin olanın yapacağı yardım,  fakirin yaptığı yardımdan daha fazla olabilir. Ancak bu onun için fedakârlık  sayılmaz. Çünkü ihtiyacından fazla olan malından vermiştir. Dolayısıyla verdiği  malın yoksulluğunu çekmiyordur o.                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                       
  
																				 | 
																				  |